29.11.2010

Slovenia Diaries (Episode 2)

Farklı Bir Tecrübedir EVS/AGH Slovenya’da

EVS, EVS, EVS… Yaklaşık son 1.5 yılımın en önemli gündem maddesine oturan EVS/AGH; AB Komisyonunun düzenlediği projeler bütünününden ‘gönüllülük’ temasına sahip olanıdır.
EVS yani Avrupa Gönüllülük Hizmeti’ni ilk duyduğum zaman takvimler Mart 2009’u gösteriyordu…Güzel bir sohbet ortamında açılan bu EVS temalı konunun yazımın başında da bahsettiğim gibi benim yaklaşık 1.5 yılımı şekillendireceğini nasıl öngörebilirdim ki…

Üniversitemden özellikle çok sevdiğim bölümümden Haziran 2010’da mezun olduğumda elimde salt lisans diploması ile bir işe girmenin ne kadar zor olduğunu çok iyi bilmekteydim ve daha  mezun olmadan aynı alanda master/yüksek lisans üzerine odaklanmış ve özellikle master başarılarında hızla yükselmekte olan Avrupa’nın şirin Baltık ülkesi Estonya’nın dil sınavını geçip alanımda master yapmaya çok yaklaşmışken çok nahoş bir gerçeklikle karşı karşıya gelmem uzun sürmedi. Burs bulmanın bu kadar zor olduğunu daha önceden yani okurken öngörememiş olmam beni bu isteğimden maalesef ki o zaman için alıkoydu…

Fakat yeni bir şeyler arayana sürekli olarak farklı bir şeyler ortaya koymak isteyene sayısız olanak şartlar ne olursa olsun var olduğundan ve var olacağından EVS-AGH aklıma geldi ve neden olmasın diyerek EVS maceram başlamış oldu ve 18 Şubat 2010’dan beri Slovenya’nın kuzeydoğusunda yer alan ve yaklaşık 7.000 kişilik şirin bir kasaba olan Slovenske Konjice’de EVS yapmaktayım.
Yaklaşık bu 10 aylık süreci avantajları ve dezavantajlarıyla birlikte tutkusal bir mod içerisinde yaşadım ve kalan aylarımı da bu mod içerisinde geçireceğim kuvvetle muhtemel…

Slovenske Konjice / SLOVENIA

AGH sürecine gönüllülük yaptığım kurumun çıkardığı gençlik gazetesinin editörü olarak başladığımda  her  ne kadar daha önce yaşadığım son derece kayda değer bir Erasmus sürecim olsa da üzerimde  bilinmezlikten kaynaklanan endişeler vardı. Fakat o zamanki koordinatörüm ve bir kardeş gibi sıcak gördüğüm Alma Udvinčič vardı yanımda ilk aylarımda ve özellikle onun yönlendiriciliği gerek Slovenya’ya fikren ve ruhen alışmam gerekse de projeme-kuruma- ve hatta ülkeye neler katabileceğim konusunda tüm bunları yaparken de aynı zamanda bir kültür elçisi gibi çalışıp güzel ülkemin de tanıtımını her ortamda sağlama konusunda bana güçlü bir referans olmuştur…

EVS-AGH öyle bir programdır ki bu programdan binlerce kazanım elde edip ayrılmak veya kendinize hiçbir şey katmadan ayrılmak sadece sizlere kalmış bir şey. Ben kendi olanaklarım çerçevesinde bu programdan-bu uzun süreçten maksimum fayda sağlayıp ayrılmaya daha gelmeden önce karar vermiş olduğumdan ilk günlerden itibaren ortaya bir şeyler koyma-üretme arzusu içerisindeydim ve bu süreçte özellikle ağustos ortasından itibaren aynı ülkede EVS yapmaktan son derece gurur duyduğum ortak bir kişisel proje yapmaktan dolayı da ayrıca mutluluk duyduğum bir diğer değerli gönüllü dostum olan Cem Bilen ile birlikte EVS’i tanıtıcı videolara başladık ve bu videolar serisini kasım başında sonlandırdığımızda elimizde 28 adet EVS videosu vardı ve bu videolar salt EVS nedir ne değildir tarzda değil EVS’i bu işin içinde bizzat bulunan EVS gönüllüleri, kurum koordinatörleri ile röportajlar ve arka fonda bulunduğumuz ülke olan Slovenya’nın şehirlerinden de kareler olduğu videolar şeklinde hazırladık ve bunun geri dönüşümlerini yavaş yavaş almaktayız ve ulaşılamaz-görüşülemez-ilgilerini çekemezsiniz denilen AB Komisyonundan da hatrı sayılır geri dönüşler de aldık…

Aslında yazmış olduğum tüm bu yazının ana fikri yani vermek istediğim mesaj gördüğünüz gibi eldeki fırsatları ne kadar kullanabiliriz neler yapabiliriz…Hamlet’in dediği gibi ‘İşte tüm mesele budur.’
EVS  tecrübesi bana kendi geleceğimizi şekillendirmenin her türlü olumsuzluğa rağmen (ki olumsuzluklar biz onlara olumsuzluk dediğimiz için bu ismi alırlar) BİZİM ellerimizde olduğunu NET bir şekilde göstermiştir…

Salt bunun için bile EVS benim için muhteşem bir süreç seyahatidir diyebilirim…

Engin Yüksel Medin
EVS Gönüllüsü
Slovenske Konjice/ Slovenya

23.11.2010

Robert Miles - Children (Ukrainian Bandura Version)



Robert Miles...Robert Miles...What a great gift for children...

Speechless...

New Comment For EVS Videos

'‘We would also like to have more visuals like photo's and short films, so youngsters get a clearer idea of what EVS is. We would like to put some of your 'EVS volunteer speaks' films on our website...’'
Farhana Faroque , Communications Netherlands Youth Institute



I am pretty sure that we will have great comments like that in near future...


*When You Visualize, Then You Materialize...

14.11.2010

Comments About Our EVS Videos

Some comments about our videos:

‘Special thanks to Engin and Cem whom they shared us perfect video about Action 2, European Voluntary Service… We’re sure that you will like it… Congratulations!’
Turkish National Agency

'Dear Engin and Cem,Thank you for sending us your videos, excellent, please keep up the good work. '
Emily Barker, British Council

"We would like to see your work and we really think that we can profit from your movie.
it is always nice to see different attitudes toward volunteering."
Sanja Živoder, EVS officer in Croatian NA

"We do like your video items on EVS. I will also send them to my colleagues of the Dutch National Agency of Youth in Action. If they would like to use some of your videos..."
Mark Snijder, Eurodesk Netherlands

"We find such testimonials are very useful not only to show how the Youth in Action programme work; they are one of the best promotional material." 
Maria Podlasek-Ziegler, European Commission - Directorate General for Education and Culture

'Thank you for your EVS videos. They are really good pieces of work and we’ll be happy to include them in our promotion and information activities for EVS in the future.
I wish you all the best in your future work and looking forward to see your future videos.'
Natasa Zebovec
Slovenian National agency of Youth in Action Programme
(These videos on SNA webpage )

"We liked your videos a lot and would like to upload them on our webpages..."
Terje Henk, Estonian National Agency
 
‘Thank you, Engin and Cem... You’ve made almost professional video. I believe we should use it as promotional gift for our guests... Now, I'm curious how the next will looks. I'm sure it will be also nice.’
Miran Gorinšek, The Major of Slovenske Konjice

‘Very true words, again... This seems to be one organization that understood what the idea of EVS is about... and that is guiding its volunteers well.’
Sabine Ehrig , Ex-EVS Volunteer from Germany

‘Looks interesting... we certainly would like to know more about EVS. Do help us get more insights on it! Cheers’
India Future of Change

‘I am very happy about it. Video is very strong media and you know now how to handle it. I think they will call you for help (TNA) when you will be back in Turkey...not only your organization but the whole country. There were a lot of volunteers in Slovenia, but nobody has so strong video material.’
Bostjan Kosir, The Director of MC Kotlovnica

'I indeed thank Cem for your efforts and nice shots. You succeed all those things with Engin that many organizations could not. You tried to convince youth doing EVS and you did it! As you know, EVS is so important and utility programme for Turkish young people to share our culture with European countries. We’re using the short movies for European Voluntary Service’s dissemination by your cooperation. I wish your good luck in future projects. Keep in touch!'
Sertaç Şipka, Director of BurSanat Training and Youth Association

‘Well guys...Congrats Cem, congrats Pinar, congrats Tjaša, and my biggest congrats Engin ;) You all made a very good work, you've embodied your ideas into something really interesting. You've managed to compose together lirycal mood and sho...w the beauty, historical facts and curious cases, personal attitude and objective sides of the place, anecdotes and serious important events...All in its own place...,Bravo :) Good start!! Though I would do something with sound editing as music, pretty nice by the way, is more loud then the person speaking at the same moment...’
Olga Motrevich, Photographer

‘To summarize i think it's just fantastic what you've done...the videos look very professional and i really think we should use them like as a promotional material...they are really great so "Kapo dol" ....I’m speechless really...you and your team did a great job...’
Nina Lukavečki, Co-worker in MCDD

‘Your videos are like a good wine...Nonstop comparing everything with wine…French automatism.. You are beautiful. My Turkish EVS friends… Ok I didn't understand too but it was nice experience to play the journalist with Engin in your language. I cheer for our friendship, for the good human experience and example we give for the future generation of EVS, for all the people around the world ...Merci. ‘(About ‘EVS Volunteer Speaks 2’ in Turkish)
Angélique Marisein, EVS Volunteer from France

‘Special thanks to Cem and Engin and the rest of the EVS crew that make these videos happen…’
Karmen Kukovič, Co-worker in MCDD

9.11.2010

Interview with Maja Založnik

Maja Založnik
 1.Can you tell us a little bit about yourself?
As you know,  I am Maja Založnik from Slovenske Konjice. I have finished tourism school and now I work in a tourist agency. I love to work with people, sometimes it gets rough, but most of the time I enjoy it. I love is to impress people with my voice. I always loved singing and through the years I wanted to sing more and more and now it became my passion and desire. I enjoy being on the stage and giving people happy feeling when they hear me. Now music has become a part of me, which I can not live without anymore.
2.How did you start your music career? What was the reason of starting to sing?
I said I always wanted to sing. At the begining my role model was Withney Houston, then Mariah Carey and now Aretha Franklin. I was always miming and singing in the shower. When I was about 8 years old my grandparents were at war in Croatia, so we couldn't see each other so often. Then I started to record tapes for them, so they could hear my voice and what I was doing. And I started to sing to them. At the begining it wasnt so good, but through the years I have realised I can not live without singing. And so later I started to sing in one band and my singing career started. And now I am active in two bands and a solo project.
3.Can you tell us about your band Luminodoche?
LuminoDoche is my band where I started to be on the stage and active with my band. I started to see music from other perspectives. We love to play together and make good music. Now we have little problems with place to practice. But we are planing to do some new music and to make some good shows.
4.What will your future plans/programme be about?
I am planning to record my own songs. A lot of help and thanks goes to my pianist Tadej Gruškovnjak. Without him I wouldnt have started my solo career and of course to show people my music and my voice and what i'm made of. Also I am doing one project, can not say more about it, but you will hear and my webpage will start to be active in the following days.                                                                                                                                            www.majazaloznik.com
 

Info Articles on Youth E-Newsletter (Finača) Series-2

     OIL SPILL IN THE GULF OF MEXICO (DEEPWATER HORIZON)

     The Deepwater Horizon oil spill, also called the BP Oil Spill, the Gulf of Mexico oil spill or the Macondo blowout, is a massive ongoing oil spill in the Gulf of Mexico, especially now considered the largest offshore spill in U.S. also world’s history.
     The spill followed a big explosion known as “Deepwater Horizon drilling rig explosion” 20 April 2010. Unfortunately this explosion also killed 11platform workers and injured 17 workers.
     But especially after this explosion the spill didn’t stop and the gusher, estimated to be flowing at 12,000 to 100,000 barrels (500,000 to 4,200,000 US gallons; 1,900,000 to 16,000,000 litres) per day, originates from a deepwater wellhead 5,000 feet (1,500 m) below the ocean surface. Even from these datas we can understand that what a big disaster it was. The thing is the exact spill flow rate is uncertain – in part because BP has refused to allow independent scientists to perform accurate measurements and until now it has still been spilling.
     Experts from all around the world have already decided that this explosion is one of the worst explosion cause even if we want to check the datas which we mentioned above, it is clearly seen. They draw attention to the spill will make an environmental disaster, with marine and wildlife habitats and this spill also damaged the Gulf of Mexico fishing and tourism industries and maybe only according to the experts but also for many people who are interested in this event draw attention to an another point; The U.S. Government has named BP as the responsible party in the incident and especially The U.S. President Barack Obama used really heavy manner against to BP also for this event.
     From now on it is really hard to guess what it will happen to especially the relations between BP-U.S. Government but we can clearly see one thing obviously; THE HABITAT WON’T BE SAME AGAIN IN THIS REGION “unfortunately”…
                       
Engin Yüksel Medin                                                                                                                               

Info Articles on Youth E-Newsletter (Finača) Series-1

       KYOTO PROTOCOL AND ITS EMPHASIS FOR  ENVIRONMENT
     
      The Kyoto Protocol is a protocol to the United Nations Framework Convention on Climate Change (UNFCCC) aimed at fighting global warming. The Protocol initially was adopted on 11 December 1997 in Kyoto, Japan and entered into force on 16 February 2005. As of December 2009, 189 states have signed the protocol.
    *The Kyoto Protocol is the only agreement against to the struggling with climate change.The countries which signed this agreement assured that to prevent the gases (carbon dioxide, methane, nitrous oxide, sulphur hexafluoride etc.) oscillation or if they can’t do this to increase the rights of the countries on this agreement.
       The Kyoto Protocol is known as with 3 categories. These are;
     *Annex I countries-industrialised countries
     *Annex II countries-developed countries
     *Developing countries
     The Kyoto Protocol requires 55 industrialised countries to reduce their greenhouse gas emissions to target levels 5.2% below that of 1990. If unable to, they must buy emission credits from countries that are under these levels. Further, it provides that developed countries pay for costs of developing countries. Developing countries have no requirements under the Protocol. They may sell emission credits and receive funds and technology from Annex II countries for climate-related studies and projects. Many Annex I and Annex II countries overlap.
     National limitations range from 8% reductions for the European Union and others, to 7% for the US, 6% for Japan, 0% for Russia, and permitted increases of 8% for Australia and 10% for Iceland.
     Briefly especially nowadays the climate change is in a bad and violent process.Everyone can observe the changes in climate even with a naked eye unfortunately.By this Kyoto Protocol the firms in every department, field will have renovated and maybe the most important profit is the countries from all around the world have finally realised that the climate change can shape the whole world completely of course in bad way.
       So LET’S SUPPORT KYOTO PROTOCOL and DO SOMETHING FOR OUR PLANET… 
 
Engin Yüksel Medin                                                                                                                                                      

       Resources:

·        http://unfccc.int/2860.php 05.04.2010
·        http://www.gggafrica.com/kyoto.htm 06.04.2010

Please Join Us!


Please, suggest our Facebook fan page to your friends! 

(http://goo.gl/E4mY)

8.11.2010

The Starting Point of EVS Video Series

         --THE EVS-TOWN-CITY PROMOTIONS OF SLOVENIA--
Engin & Cem in Ljubljana





The Story of These Videos (AIM)
      On 8 of August when i was in Kamnik, me and the other Turkish EVS volunteer in Kamnik (Cem) decided to record videos about EVS and then we went to Stari Grad of Kamnik for taking EVS videos via EVS volunteers and the first volunteer was me on this video.
      On that day we were not thinking to continue on these videos but after receiving great comments and also supports from Turkish National Agency and many young people who want to do EVS in Slovenia or abroad we thought that we have to continue on…
      Unfortunately as you know EVS and some other Lifelong Learning Projects are not so well known by young people in Europen Union Countries…there are so many videos like reporters are asking what do you know about EVS or some other projects? Most of them (%95) say almost nothing so we also thought that by these video series many young people can understand that they can also join into these kind of international programmes…
STRUCTURE
      This is the hardest part to tell cause we are making these videos from an improvisation view…but if i have to mention about the structurial part of the videos;
      As you see we are not making videos only with EVS volunteers but also with EVS mentors/co-ordinators also directors…so i have to summarize it…
      1. Firstly we find a suitable background music for every videos,  many of them Cem’s personal recordings from concerts and events…
      2. We start videos by some views from the city-town which the person who speaks and from this view the videos are also promotional videos about the city-town.
      3.  If i make the interview in English my questions style are almost the same…firstly i ask;
       Can you introduce yourself to us?    
       2.one is;
      How was your EVS experience or what is your EVS Project in Slovenia? And the last question is;
       What do you think about EVS and what are your future plans? 
       If i make the interview in (volunteers or mentors/coordinators) languages (until now i made Slovenian-French-German and Serbian interviews) i also ask;
       Can you tell us WHAT IS EVS in your language? Cause it is also important if we can reach to young people don’t know English well too cause in EVS programmes the potential volunteers don’t need to know any other language except their mother tongue…
SELF-EVALUATION
      This part is really so so important for me cause as i mentioned many times before i didn’t apply to EVS for drinking more alcohol or something else it is all about self-evaluation and understanding the other cultures. I applied to EVS cause i was an ERASMUS student 3 years ago and have already understood that Lifelong Learning Projects-EU Projects are really so important for understanding the European Union Countries the way of looking to the life…i tasted this in Italy and now i am tasting this experience in Slovenia…
      With these videos i developed my talking style with different people and developed my persuasion ability not only in English but also in Turkish maybe this is the most important value which i gained from these interview series…i also understood the main parts of how to montage/edit and learned how to make a professional promotion with these videos…
 COINCIDENCES
      About this part i can briefly say that it is so nice while we were recording  the Preseren Square in Ljubljana for background view for the videos we met with South African people and made interview with them…They invited us for an international event about African night in a hotel in Ljubljana…as you see it is so interesting we just made an interview with them and then they invited us for an another interview…so coincidences are really important for these kind of projects…

                                                 ......That is the story of EVS Video Series......


Kamnik/SLOVENIA

Engin Yüksel Medin
EVS Volunteer

6 Billion Others...(Happiness)

Slovenia Diaries

Bir Garip Yolcuyum ‘'EVS/AGH’’ Yolunda

Kamnik Mesto/SLOVENIA

Yazıma son derece değerli bir sanatçımız olan Türkiye’nin Domenico Modugno’su olarak tanınan Yıldırım Gürses’in ‘’Bir Garip Yolcuyum’’ şarkısını kendime uyarlayarak başlamak istedim…
Ben Slovenya’nın 2.büyük şehri olan Maribor ile 3.büyük şehri olan Celje arasında kalan, küçük aynı zamanda şirin bir kasabası olan Slovenske Konjice’de kalıyorum ve AGH sürecime burada devam ediyorum…
Şubat 2010’da geldiğim bu küçük ama doğa açısından dünyanın sayılı zengin ülkelerinden biri olan Slovenya’da AGH AB ülkelerinin kalanından biraz daha farklı algılanıyor avantajları ve dezavantajları ile birlikte. Avantajları ve dezavantajlarını ayrı ayrı değerlendirecek olursam eğer öncelikle nüfusu 2 milyondan biraz daha fazla olan bu ülkede özellikle AGH alanında karşılıklı fikir alışverişinde bulunabileceğimiz gönüllü sayısı istediğimiz veya beklediğimiz oranda değildir maalesef. AGH yapılan diğer ülkeler ile kıyaslandığında nüfusa oranla ağırlayıcı kuruluşun bir hayli fazla olmasına rağmen yeterli sayıda gönüllünün gelmemesi yukarıda belirttiğim duruma neden oluyor…Tabii ki özellikle benim şansım her ne kadar çok sayıda AGH gönüllüsü olmamasına rağmen benimle aynı zamanda bulunan AGH gönüllüsü diğer arkadaşlarla frekanslarımızın çok iyi tutması idi…Hepsinin ayrı ayrı bir değeri vardır gözümde…
Ülkenin yapısı aslında uluslar arası projeleri kaldırabilecek yapıda değildir. Kastetmek istediğim özellikle AGH gönüllülerinden kendilerinin bir şey yapması bekleniyor… Belli bir ana proje ile geliniyor ve bu projeyi sizin şekillendirmeniz isteniyor…Bu kulağa kimi zaman hoş gelse de özellikle ilerleyen aylarda bazı iletişim sıkıntılarına yol açmaktadır…Bunun için gönüllülerin salt Slovenya’ya değil diğer ülkelere gitmeden önce ‘’activity agreement’’ yani faaliyet anlaşmalarını iyice incelemeleri ve AGH sürecine başlamadan önce bu anlaşmalar üzerinde bir değişiklik olması gerektiğine inanıyorlarsa bu istekleri karşı tarafa iletmeleri hem projenin selameti hem de kendi AGH süreçlerinin en verimli şekilde geçmesine yardımcı olur diye düşünüyorum…
Ve gelelim belki de en önemli dezavantaj konusuna… Ulaşım…Özellikle Slovenya’da eğer bir kasabada gönüllülük hizmetinde bulunuyorsanız…büyük şehirlere gitme konusunda birtakım sıkıntılar yaşayacağınız aşikardır. Kendimden örnek vermem gerekirse benim kaldığım Slovenske Konjice kasabasında sadece otobüs ulaşımı var ve tren istasyonu uzun yıllar önce kaldırılmış…Maribor otobüs ile 45 dakika, Celje 35 dakika…tren kullanmam için bu iki şehirden birine gitmem gerekiyor ve otobüs seferleri de maalesef 1 saatte bir değil de 4-5 saatte bir cinsinden…özellikle haftasonu ulaşımı çok çok az. Bu durumu ilk geldiğim hafta içerisinde sordum…Bana bu ülkede kasabalarda yaşayanlar da dahil neredeyse hepsinin hususi arabası olduğundan ve bu nedenle salt öğrenciler ve işçilerin otobüs ve tren kullandığını söylediler. Açıkça görülüyor ki yabancı konuklar yani bizler pek düşünülmemişiz…8 ay geçmesine rağmen hala bu ülke içi ulaşımında ciddi sıkıntılar yaşamaktayım… Otostop veya arabası olan tanıdıklar vasıtası ile kısa mesafeleri gitmeye çalışıyoruz…
Tabii ki bir Ljubljana bir Celje bir Maribor bir Kranj bir Brežice şehri olursa gönüllülük yaptığınız yer ulaşım konusunda herhangi bir sıkıntınız olmaz… Biz burada yaşarken diğer AGH’ci arkadaşlarla şöyle bir argüman geliştirdik…’’Bir yerleşim yerinde tren istasyonu varsa orada hayat tam anlamıyla vardır’’ Bu açıdan AGH sana ne kazandırdı dersek eğer Slovenya’nın bu kasabasında AGH gönüllüsü olmak bana ulaşımın ne denli önemli olduğunu çok açık bir şekilde gösterdi diyebiliriz.
Tabii ki avantajları da var böyle küçük bir ülkede yaşamanın veya AGH gönüllüsü olmanın… Öncelikle gerek devlet erkanı gerekse de medyatik isimlere ulaşmak bir e-mail veya bir telefon kadar uzaklıkta…Aşağıda detaylı olarak belirteceğim yapmış olduğumuz AGH Videolar Serisi sürecinde Slovenya’nın birçok önemli ismine ulaşma şansımız oldu. Aynısını büyük bir ülke olan kendi ülkemiz Türkiye’de olacağına ihtimal vermiyorum çünkü nüfusun azlığı veya çokluğu burada önemli bir rol oynuyor…
Slovenya’da AGH gönüllüsü olmanın kendi gözümden avantajlarını ve dezavantajlarını masaya yatırdıktan sonra şimdi size burada yapmış olduğumdan dolayı gurur duyduğum AGH sürecimdeki en büyük olay olan AGH videolar serisinden bahsetmek istiyorum kısaca…
Temmuz sonu acil bir Türkiye ziyaretinden sonra Slovenya’daki bir diğer değerli Türk AGH gönüllüsü Cem Bilen arkadaşımızı ziyaret ettiğimde ikimizin aklına neden AGH sürecini anlatabileceğimiz bir video çekmiyoruz sorusu geldi…Öncelikle internet kanallarından daha önce bizim düşündüğümüz tarzda bir video yapılmış mıdır diye uzun bir tarama sürecine girdik ve ne yazık ki salt ‘’AGH nedir? Ne değildir?’’ gibi yüzeysel kalan bir soru çerçevesinde şekillenmiş sokak röportajları gördük ve hemen işe koyularak Cem’in yaşadığı kasaba olan Kamnik kasabasını kuşbakışı bir şekilde bütün olarak gören bir kaleye çıkarak ilk videomuzu İngilizce olarak çektik…Bu ilk videoda ben kısaca AGH nedir bizlere neler kazandırabilir tarzında bir konuşma yaptım ve bu konuşma o gün yapmış olduğumuz çevre çekimleri ve Slovenya Filarmoni Orkestrasının vermiş olduğu konserde bizzat Cem tarafından çekilen görüntülerle zenginleştirilerek internet kanallarından yayına verildi…Açıkçası o süreçte bu şekilde bir adet İngilizce ve bir adet Türkçe videonun yeterli olacağına inanmıştık ama yayına verilişlerinden çok kısa bir süre sonra gelen geribildirimleri görünce Cem ile detaylı konuşup bir videolar serisine başlamamız gerektiğini düşündük ve bu süreçte Slovenya’nın neredeyse 3te2sini gezip 22 adet video daha çektik…Başlarda salt İngilizce ve Türkçe yaptığımız videolarda bu iki dilin yeterli olmadığını net bir şekilde görünce öncelikle röportaj yaptığımız diğer gönüllüleri ve mentörleri kendi dillerinde konuşturduk İtalyanca-Fransızca-Slovence…fakat daha sonra bunun da yeterli olmadığını görüp benim soruları da Slovenya’da bulunan gönüllülerin anadilinde sormamın gerekli olduğunu düşündük ve salt Fransızca salt Almanca salt Sırpça salt İspanyolca videolar da yaptık…
Bu videoların yapım sürecinde videoların promosyonunu da kendimiz yaptık ve Avrupadaki tüm Ulusal Ajanslara, Avrupadaki tüm EURODESKlere ve Avrupa Komisyonundaki ilgili merciilere hatta ve hatta bu tarz projelere önem veren ama Avrupa kıtası dışında olan birçok kurum ve kuruluşa da videoların linkini içeren çeşitli e-postalar attık ve daha sonra gelen geri dönüşlerle birlikte bir e-bülten hazırlamamız gerektiğinin farkına vardık… Üzerinde 2 gün düşünerek son derece resmi bir İngilizce üslupla hazırladığımız bu yazıyla birlikte kurumlara daha kolay bir şekilde ulaşmaya başladık ve daha profesyonel olduk diyebilirim…
Toparlamak istersem eğer bu videolar serisi ile AGH sürecimi en verimli şekilde geçirdiğimi daha projemin bitişine yaklaşık 3 ay kadarlık bir süre olmasına rağmen yapabileceğimin öngördüğümden çok daha fazlasına ulaştığımızı görmekten ve bizden sonra AGH gönüllüsü olmak isteyen değerli gençlere (salt Türkiye’den değil tüm AB ülkeleri ve AB Komisyonu üyesi ülkelerin gençleri) bir nebze de olsa yararlı bir bilgiler dizisi sağladığımızı daha ilk videolara gelen geri dönüşlerle görmekten dolayı çok mutlu olduğumu söylemekten kıvanç duyuyorum…

Slovenske Konjice/SLOVENIA

Şu ana kadar aldığımız değerli geri dönüşlerde altını özellikle çizmek istediğim bir kuruluş vardır ki o da bu yazıyı yazmama vesile olan BursArt’tır… Bize daha videoların yapım sürecinin başında iken gerekli manevi desteği sağlayan başta ‘’Sertaç Şipka’’ olmak üzere tüm BursArt çalışanlarına, gönüllülerine buradan teşekkür etmeyi bir borç bilirim…
Bir garip yolcu olarak başladığım bu AGH yolunda son derece önemli kazanımlar edindiğimin farkında olarak ileriye daha bir güvenle bakmanın verdiği hazzı yaşamaktayım…

Engin Yüksel Medin
AGH Gönüllüsü/Slovenya
(2010-2011)

A Book Summary

Na Drini Cuprija-Drina Köprüsü (Eleştirel Özet)
Ivo ANDRIC

Çev. Hasan Ali Ediz-Nuriye Müstakimoğlu, İstanbul, İletişim Yayınları, 4.Baskı, 2004,    354 sayfa.

Hazırlayan: Engin Yüksel MEDİN

   Drina Köprüsü adlı eser döneminin en ünlü Sırp yazarlarından (Bosna Eyaletinin merkezi     olan Travnik kasabasında doğmuştur) olan Ive Andrica (Ivo Andric) tarafından yazılmış bir eserdir. Eserde anlatılan olaylar küçük bir kasaba olan ve Ivo Andric’in hayatında önemli bir yer tutan Vişegrad kasabasında geçmektedir.
  Öncelikle belirtilmesini gerekli gördüğüm konu Drina Köprüsü’nde işlenen konularla Ivo Andric’in hayat kesitleri arasında önemli ölçüde bir bağlantı olduğudur. Ivo Andric çocukluğunu ve gençlik yıllarının önemli bir bölümünü, esere konu olan olayların geçtiği Drina Irmağı kıyısındaki Vişegrad kasabasında geçirmesi eserde işlenen konuların gerçekliğe olan yakınlığına meşru bir temel sağlamaya olanak sağlayacak nitelikte bir durumdur.
   Eserin bölümlere ayırarak incelenmesi istenirse Drina Köprüsü’nün yapımından önceki süreç Vişegrad kasabasının da içerisinde yer aldığı coğrafyanın tasvir edilmesi ve Drina Köprüsü’nün yapılmasını sağlayan kişi olan Osmanlı İmparatorluğu Padişahı Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa’nın neden böylesine bir köprünün yapılmasına karar verdiği süreci 1.bölüm olarak; Sokollu Mehmet Paşa’nın köprünün yapımı için görevlendirdiği zalim bir yönetici olan ve daha sonra görevi kötüye kullanmaktan dolayı bu işten atılan Abid Ağa ile yardımcısı mimar Tosun Efendi ile başlayan köprünün yapım süreci ve bu süreçte karşılaşılan Radisav olayını ve Abid Ağa’nın yerine geçen Arif Bey ile köprünün bitirilmesini 2. bölüm olarak; köprünün bitirilmesi ile başlayan süreçte Osmanlı İmparatorluğunun Balkan coğrafyasından başlayan çekilişi ve 20-30 yılda bir yaşanan, her defasında maddi manevi büyük hasarlara yol açan seller ve başlarda seyrek de olsa bir müddet sonra alevlenen Sırp isyanlarının anlatılması 3.bölüm olarak; 19.yüzyılın sonlarına gelindiği dönemde Avusturya’nın işgali ve kasaba halkında değişen idareye karşı olan bakış açısının kasabanın ileri gelenlerinden olan Osman Efendi Karamanliya ve Ali Hoca Mütevelli arasındaki çatışmaların gözüyle anlatılması 4.bölüm olarak; yeni medeniyetin bir süre sonra kasaba halkı tarafından beğenilmemeye başlanması, ekonomik kötü gidiş ve Balkan coğrafyasında milliyetçi akımların artması ve bunun sonucu olarak Sırp isyanlarının büyüyerek bağımsızlık savaşlarına dönmesi ve belirli bir normalleşme sürecine girildiği sanılan bir dönemde işlenen siyasi bir cinayet sonucu 1.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve eserin baş kişisi olarak genel kabul gören Drina Köprüsü’nün yaşanan bombalamalar sonucu önemli bir kısmının yıkılmasını da son bölüm olan 5.bölüm olarak incelenebilir.
    Drina nehri ve Vişegrad kasabasının içerisinde bulunduğu Balkan coğrafyasının son derece güzel bir şekilde tasvir edilerek giriş yapılan eserde, yazar Ivo Andric’in özellikle devşirme sistemine çocukları bu sistem uğruna alınan anaların haykırışları bağlamında son derece güzel bir sosyo-politik bir panorama çizmesi eserin sürükleyiciliği konusunda okuyucuyu daha en başından adeta bir tutku çemberine almaktadır. Kendisi de bir devşirme olan Sokollu Mehmet Paşa’nın çocukluğunun bir bölümünün geçtiği toprakları hiç unutmayışı ve oradaki sosyo-ekonomik hayatı kökten değiştireceğine inandığı Drina nehrinin üzerine heybetli bir köprünün inşa edilmesine karar vermesi; Ivo Andric’in Osmanlı İmparatorluğu’nun son önemli padişahı olarak görülen Sokollu Mehmet Paşa’nın hümanistliğine vurgu yapması bakımından önemlidir çünkü Ivo Andric’in kendisi de büyük bir hümanist olarak değerlendirilir bu değerlendirmede hiçbir din-dil-ırk ayrımı yapmadan eserlerinde (özellikle değerlendirme kitabımız olan Drina Köprüsü’nde) tüm karakterlerini aynı sevgi yoğunluğuyla kucaklaması başat bir yer edinmektedir.
    2. bölüm olarak değerlendirmeye tabi tuttuğumuz köprünün yapım süreci ve bu süreçte özellikle Osmanlı İmparatorluğu tarafından bölgeye gönderilen Abid Ağa’nın zalim karakteri ve kasaba halkını köprünün yapım sürecinde adeta bir köle gibi çalıştırması ve bu süreçte yaşanan Radisav olayında, köprüyü haklı nedenlerle havaya uçurmak isteyen Radisav adındaki birinin herkesin görebileceği bir yerde asılması ve yaşadığı fiziksel acıya dayanamayan Radisav’ın korkunç bir şekilde ölmesi ve akabinde Abid Ağa’nın yaptığı zulmün nihayetinde padişahın kulağına da gitmesi sonucu görevden alınması sonrası yaşanan sevinç ve yerine geçen Arif Bey’in hoşgörülü yönetim tarzı ve köprünün bitirilmesi sonucu oluşan atmosferin  kasaba halkının gözünden anlatılmadaki üslubu dikkat çekmektedir.
    Köprünün bitirilmesi ile başlayan süreçte Drina nehrinin 20-30 yılda bir kabarması sonucu  maddi ve manevi zararlar oluşurdu ve romanda geçen birçok hikayenin de doğmasına sebep olan ve uzun yıllar belleklerden silinmeyen en son sel felaketinin 18.yüzyılın sonlarında yaşanmasına dikkat çeken yazar bu sel felaketinin yaşandığı geceyi ve akabinde mahvolan yaşamları (özellikle Kosta Baranats) aynı acıyı yaşayan bir ferdi gibi anlatıp okuyucuyu hüzünlendirmeyi de bilmiştir. Sel felaketleri ile aynı döneme denk gelen Sırp isyanları da eserde önemli bir yer tutmaktadır özellikle 1804 yılında Türklere karşı ayaklanan Kara Corc (Kara Corci) adındaki Sırpların şefinin kasabanın kozmopolit yaşamına olan etkisini de tüm çıplaklığıyla hissettirir 3.bölümde.
   4.bölüm olarak ayırdığımız bölümde 19.yüzyılın sonlarına gelindiğinde yaşanan Avusturya işgali anlatılmıştır. Tabi yine bu işgal kasaba halkının özellikle yukarıda bahsettiğimiz kasabanın ileri gelenlerinden Osman Efendi Karamanliya ve Ali Hoca Mütevelli arasındaki atışmalardan ve bir müddet sonra yaşanan atışmaların çatışmaya dönmesi ile birlikte ele alınıp anlatılması Ivo Andric’in anlatım tarzının okuyucuların zihninde artık sağlam bir yer edindiğini de göstermektedir. Yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu idaresinde yaşayan Vişegrad halkı ve bölge sakinlerinin bir başka imparatorluk olan Avusturya-Macaristan imparatorluğunun idaresi ile tanışması ve bu tanışmanın başlardaki olumsuz mizacına karşılık kasaba halkının hayatına müdahale etmez yönetim tarzının görülmesi ile başlayan alışma süreci hem köprü üzerinden hem de kasaba halkı gözünden irdelenmiştir.
    5.bölüm olarak ayırdığımız son bölümde de Avusturya idaresine alışan kasaba halkının bir müddet sonra Avrupa’daki büyük dönüşümlerin bölgeyi de etkilemesi ve ekonominin bozulması ile başlayan süreçte milliyetçi akımlarının başlaması anlatımın en yoğun olduğu dönemler olarak göze çarpmaktadır. Özellikle oluşan milliyetçi akımlar çerçevesinde kasaba halkının bölge dışında üniversite okuyan gençleri arasında- Yanko Stikoviç, Velimir Stevanoviç, Yakov Herak, Ranko Mihayloviç- köprünün en önemli yeri olarak göze çarpan ve köprünün yapılmasından beri kasaba halkının nabzının attığı yer olan Kapiya’da tartışılması  ve belki de özellikle Nikola Glasinçanin’in kadın öğretmenlerden birine duyduğu aşkın milliyetçi akımların etkisiyle şekillenmesi anlatımın neden bu kısımlarda yoğun olduğuna dair önemli bir ipucu vermektedir.Milliyetçi akımların günden güne arttığı coğrafyada tam bir normalleşme sürecine girildiği sanılırken bir Sırp milliyetçisi genç tarafından Avusturya Macaristan veliahtı Ferdinand’ın öldürülmesi sonucu işlenen bu siyasi cinayetin 1.Dünya Savaşı’na patlak vermesi ile sonuçlanması salt Avrupa’yı değil Vişegrad’ı da derinden etkilemiştir ve kasabaya atılan bombaların Drina Köprüsü’nün önemli bir kısmını yok etmesi artık iyice yaşlanan Ali Hoca Mütevelli’nin köprüden geçerken üzüntüden ve heyecandan son nefesini vermesi ile ilişkilendirilerek anlatılıp eser bitirilmiştir.
    Ivo Andriç’in Drina Köprüsü eserini bitirdikten yaklaşık 17 yıl sonra 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması  tüm eserlerine göre verilmiş bir ödül değil neredeyse sadece Drina Köprüsü eserine verilmiş bir ödül olarak kabul görmüştür ve sanırız bunda yaptığımız değerlendirmede de bahsettiğimiz gibi yazarın eserinde geçen olayları kusursuz bir dille anlatmasıdır. Eserin onlarca baskıya ulaşması ve onlarca dile çevrilmesi de evrenselliğini kanıtlar niteliktedir.1990’ların Yugoslavya’sında tamamen uydurma bir amaç etrafında birleşenlerin bu coğrafyada Müslümanların, Hırvatların ve Sırpların bir arada yaşayamayacağına dair kanının bir meşru temeli olarak okutulmasını istemesi eserin evrensel imajına bir saldırı niteliği taşısa da eserin evrenselliğinin bu saldırıyı da bertaraf edeceğini görmüş bulunmaktayız ve ileriki yıllara da insan sevgisinin, hümanistliğin aşılanmasında adeta bir fener olacağına inandığımız bu eserin ve yazarı Ivo Andric’in çok daha uzun yıllarca hatırlanacağını öngörmekteyiz.

About International Relations

Brezilya Devlet Başkanı’nın Türkiye’yi Ziyareti ile Şili-Türkiye Ortak Ticaret Antlaşması özelinde Türkiye-Güney Amerika İlişkileri’nin incelenmesi;

Engin Yüksel MEDİN
Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Lisans Mezunu
TUİÇ Uzak Çevre Projesi Güney Amerika Koordinatörü


Ülkemizin Latin Amerika ülkeleri ile olan ilişkilerindeki son sürece baktığımızda özellikle mayıs ayının sonunda Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın yapmış olduğu ziyaret ile geçenlerde Şili ile imzalanan ortak ticaret antlaşmaları göze çarpmaktadır. Her bir gelişmeyi ayrı olarak ele almadan önce kısaca değinmek istersek; Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın ülkemize yapmış olduğu ziyarette özellikle IMF hakkında vermiş olduğu mesajlar son derece etkili olmuştur. Bunun yanında hükümetin ve işadamların neredeyse çıkarma yaparak Şili’ye gidip Şili Devlet Başkanı Michelle Bachelet, Şili Dışişleri Bakanı olan ve devlet adamlığının yanı sıra şarap tadımcısı bir gurme de olan Mariano Fernandez  ve ülkemizin Devlet Bakanlarından Zafer Çağlayan’ın hazır bulunduğu tören ile Türkiye-Şili arasında imzalanan serbest ticaret antlaşmaları (STA) ülkemiz adına ilkleri oluşturan bir antlaşmadır. Çünkü bu antlaşmalar  Türkiye’nin tarihte bir Latin Amerika ülkesi ile yapmış olduğu ilk antlaşmalardır.[1]

 Kronolojik sıraya göre yaşanan gelişmeleri ele almak istersek Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın mayıs sonunda yapmış olduğu ziyaret her şeyden önce rutin bir resmi ziyaret olarak algılanacak gibi olduysa da Lula’nın özellikle IMF ile nasıl bir ilişki izlememiz yönünde yapmış olduğu tavsiyelerin etkisinden dolayı son derece önem arz eden bir ziyaret hüviyetine bürünmüştür ve biz TUİÇ’in de ilgi alanına doğrudan girmiştir.[2] Zamanının ünlü sendika lideri olan ve özellikle ülkesinde kendisine yönelik eleştirilerin yoğun olmasına rağmen kendisini hala sosyalist olarak tanımlayan Brezilyalı devlet adamı,ziyaretini 240 Brezilyalı işadamı ile birlikte gerçekleştirerek ülkemize özellikle ekonomik düzeyde bir nevi çıkarma yapmıştır.

Lula da Silva katıldığı toplantılarda-ki verdiği mesajların en önemlilerinden birisini dile getirdiği-Türk-Brezilya İş Konseyi tarafından düzenlenen “Türkiye-Brezilya İş Forumu”nda Türkiye ve Brezilya arasındaki ekonomik ilişkilerin son derece zayıf kaldığından bahsetmiş ve hem kendi ülkesinin yatırımcılarını hem de Türk yatırımcılarını karşılıklı olarak iki ülkeye yatırım yapmaya davet etmiştir. Görüşmelerin akabinde de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) İle Brezilya petrol şirketi PETROBRAS arasında Karadeniz’de petrol arama anlaşması imzalanmıştır.

Lula da Silva’nın açıklamalarına iki ülkede de muazzam bir ölçüde sevilen futbolla başlaması ve Türkiye’yi ülkemizdeki Brezilyalı futbolcuların varlığından dolayı ülkemiz liglerini yakından takip ettiğini söylemesi aslında iki ülke ilişkilerine verdiği önemin popüler kültür vasıtası ile ülkemizin kamuoyuna duyurulması şeklinde algılanabilir çünkü salt Türkiye için değil hangi ülke olursa olsun hitap edilecek coğrafya ile kendi ülkeniz arasında bir benzerlikten veya bağdan yola çıkarak konuşma yapmak her zaman etkili olmuştur işte Lula da bunun bilincinde olarak konuşmalarına futbolu da eklemiştir.

Lula da Silva antlaşmaların imzalanması esnasında IMF ile ilişkiler üzerinde Brezilya’nın IMF ile olan tarihsel süreci ile Türkiye’nin IMF ilişkisine yönelik bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Kendi ülkesinin IMF’ye olan tüm borçlarını kapattığının altını çizmiş ve Türkiye’ye de vakit kaybetmeden bu borçları kapatması gerektiği ve IMF’siz bir alternatif ekonomi planının uygulanması gerektiği yönünde önemli mesajlar vermiştir. Lula ayrıca IMF ve Dünya Bankası’nın demokratikleşmesi gerektiğini de vurgulayarak, daha adil ve demokratik yeni bir uluslararası  düzenin kurulmasında açlık ve fakirlikle savaşın ilk sırada yer alması gerektiğini belirtmiştir.[3] Lula özellikle IMF ile ilişkiler üzerine önemli mesajlar vererek ülkemizden ayrılmıştır. Lula’nın ziyareti yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi DEİK/Türk-Brezilya İş Forumu için son derece önemli bir özellik kazanmıştır. DEİK/Türk-Brezilya İş Konseyi Başkanı Aykut Eken de yapmış olduğu açıklamalarla tezimizi doğrular niteliktedir.Aykut Eken,Türkiye-Brezilya İş Forumu’nun ardından yapmış olduğu değerlendirmede Devlet Başkanı Lula’nın Türkiye ziyaretinin ardından her iki ülke arasında gerçekleşecek ilişkilerin hızla ileri bir boyuta taşınacağına dikkat çekerek bu ilişkilerin özellikle sanayi,ticari ve teknoloji alanlarında olacağına değinmiştir.

 İkinci önemli gelişmeyi de siz değerli TUİÇ gönüllülerine anlatmak istersek yukarıda da kısaca değindiğimiz Türkiye-Şili arasında imzalanan Serbest Ticaret Antlaşmaları (STA)’nın özellikle Türkiye açısından adeta bir çığır açacak nitelikte olmasıdır. Türkiye ile Şili arasında imzalanan bu antlaşma Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde Latin Amerika kıtasından bir ülke ile imzaladığı ilk antlaşma olması bakımından ilk olma özelliğini taşır. Bunun yanında Şili’nin Türkiye açısından önemini de unutmamak gerekir çünkü Şili ,Türkiye Cumhuriyeti’ni Latin Amerika’da ilk tanıyan ülkedir (1926) aynı zamanda.Şili özellikle Atatürk’ün anti-emperyalist mücadelesinden dolayı ülkemize olan sevgilerinin ve sempatinin tarih boyunca bu nedenle devam ettiğini geçenlerde imzalanan son antlaşmada da gözler önüne sermiştir.
Buna bir örnek vermek gerekirse Şili Devlet Başkanı Michelle Bachelet’nin  Şili’nin 22 Serbest Ticaret Antlaşmasından sadece Türkiye ile yapılanı için, ”İmza töreni ofisimde olsun” demesi ve bu anlamda Şili tarihinde emsal teşkil etmesi  verilebilir. Şili ile yapılan serbest ticaret antlaşmasının yanında özellikle iki ülke arasında ortak bir şarap üretimine geçilmesi konusunda sözsel de olsa bir mutabakata varılması da ayrıca önemli bir durumdur çünkü bildiğiniz üzere Şili yılda 2 milyar dolar şarap ihraç eden bir ülkedir. Şarapçılık ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biridir ve yukarıda da değindiğimiz gibi Şili Dışişleri Bakanı Mariano Fernandez’in aynı zamanda bir şarap gurmesi olması ve ülkemizdeki şarapların kalitesinin farkında olması iki ülke arasında şarap ticaretinin de yapılabilirliği konusunda sağlam bir öngörü olanağı sağlamaktadır.



[1]Hürriyet Gazetesi, 16 Temmuz 2009
[2] www.ntvmsnbc.com (22.05.2009)
[3] www.trt.net.tr (23.05.2009)

7.11.2010

About International Relations


DAĞLIK (YUKARI) KARABAĞ’DA NELER OLUYOR?

Dağlık Karabağ’’da 10 Aralık 2006 tarihinde bölgede yaşayan Ermenilerin düzenledikleri referandum 1987’den beri kanayan bir yara olan ve Sovyetlerin 1991’deki dağılımından sonra alevlenen bu sorunun yeni bir boyuta dönüşümünün işareti mi?

Dağlık Karabağ’ın durumuna geçmeden önce coğrafi yapısına bakılırsa Dağlık Karabağ, Karabağ bölgesinin bir parçasıdır. Karabağ, Azerbaycan’da Kür ve Aras Irmakları ile şu anda Ermenistan sınırları içinde bulunan Gökçe gölü arasındaki dağlık bölge ile bu bölgeye bağlı ovalardan oluşan bir yerdir.Bölge ismini 17.yy’da bu toprak üzerine kurulan bir Azerbaycan Türk hanlığından almıştır.Dağlık Karabağ 4392 km2’lik yüzölçümüne sahip olup 18.000 km2’lik Karabağ bölgesinin son derece küçük bir kısmını oluşturur.Ormanlık bir araziye sahip olan Dağlık Karabağ bölgesi aynı zamanda yeraltı kaynakları yönünden de çok zengindir.Karabağ bölgesi genel olarak Azerbaycan’ın diğer bölgeleriyle beraber,Ermenistan’ı ve İran’ı da kontrol edebilecek bir noktada bulunması nedeniyle Kafkasya bölgesinde jeopolitik bir öneme sahiptir ki zaten bu özelliğinden dolayı birkaç yüzyıldır bölgede son yıllarda da dünyada adının duyulmasına neden olmuştur.

Dağlık Karabağ sorununun tarihsel kökenlerine bakıldığında Karabağ, III.Murat zamanında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine girmiş ve 18.yüzyılda İran’a bırakılmıştır. Bu yüzyılda da bölgede  Karabağ Hanlığı kurulmuştur ve 1826 yılına  Çarlık Rusya’nın işgali altına girinceye kadar bağımsızlığını korumuştur. O zamana kadar bölgedeki nüfusun %65’ini Azerbaycan Türkleri oluştururken, Ermenilerin nüfus oranı sadece %35’ti.Fakat Çarlık Rusya’nın Osmanlıyla aralarında,kendisine yakın bir ^Hıristiyan devleti^kurma çabaları doğrultusunda,bölgeye Anadolu’dan ve İran’dan 1.300.000 civarında Ermeninin göç ettirilmesi bu zamana kadar süren bölgedeki kaosun temeli olarak gözükmektedir.Bu göçler sonucunda Ermeniler nüfus çoğunluğunu ele geçirmiş böylelikle Ermeni bölgesinin kurulması sağlanmıştır.1.Dünya Savaşı
öncesinde  Osmanlı denetiminde bulunan bölge, Osmanlı’nın savaştan yenik ayrılmasıyla İngilizlerin kontrolüne geçmiştir.İngilizler de bir müddet sonra Dağlık Karabağ’ın kontrolünü Azerbaycan’a bırakmıştır.Bu süreç içerisinde Ermeniler de Doğu Anadolu’da hızla örgütlenmeye başladılar.Amaçları ^Büyük Ermenistan^hayalini gerçekleştirmeye çalışmaktı.Bu düşünce içerisinde Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yaşadıkları topraklar üzerinde etnik çalışmalara ve ayrılıkçı hareketlere yöneldiler.Bu durum Karabağ bölgesinde karşılıklı olarak onlarca insanın öldürülmesine sebep olmuş Çarlık Rusya’nın müdahalesi ile kısa bir süre rahatlasa da 1917’deki Bolşevik devrimiyle birlikte bölgede bir otorite boşluğu oluşmuş bunu fırsat bilen Kafkas devletleri de bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir  özellikle Ermenistan kurulunca,Ermeniler daha önce de bahsettiğimiz gibi ^Büyük Ermenistan^hayaliyle hem Anadolu topraklarına hem de Azerbaycan’a ait bölgelere Taşnak çeteleri ile saldırılara başlamışlar ve 1920 yılında Paris Barış Konferansında Azerbaycan toprağı olarak kabul gören Dağlık Karabağ’ı da hedef haline getirmiştir.

Dağlık Karabağ krizinin asıl çıkış noktasıysa 80li yılların sonudur. Paris Barış Konferansında Dağlık Karabağ’ı da hedef haline getiren ve çeşitli saldırılar düzenleyen Ermeniler SSCB’nin dağılma sürecine girdiği dönemde Azerbaycan’ın bu zamana kadar hakimiyetinin sürdüğü Dağlık Karabağ’da yeniden hak iddia etmeleriyle bu sorun gündeme gelmiştir.Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı istemeleri Rusya’nın daha Çarlık Rusya’sı zamanındaki politikalarının bir uzantısıdır çünkü Rusya için Kafkasya politikasında Ermenistan ve Ermenilerin vazgeçilmez oluşu ve Ermenilere Karabağ ve Dağlık Karabağ için destek vermeleri Ermenilerin Dağlık Karabağ üzerinde bu denli ısrarcı olmasının sebebidir.Ermenilerin Dağlık Karabağ üzerindeki hak iddiaları burada nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları kabulünden yola çıkmaktadır.Bu tezlerinde kantitatif bakımdan haklı olabilirler çünkü 1989 sayımına göre Dağlık Karabağ nüfusunun %75’i Ermenilerden,%25’i Azerilerden oluşmaktadır.Ama daha öncede burada belirtildiği üzere Ermeni sayısının artmasının temel nedeni Rusya’nın Kafkaslarda izlediği politikadır.1987 yılından itibaren Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermeniler ayrılıkçı taleplerini gündeme taşımışlardır ve bu durum 1990 yılı sonlarından itibaren silahlı çatışmalara dönmüş 20.yüzyılın başındaki çatışmalardan çok daha kanlı çatışmalara sahne olmuş,Rusya’nın askeri ve siyasi desteğini alan Ermenistan,Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal etmiş ve taraflar arasındaki askeri operasyonlar 9-12 Mayıs 1994 tarihinde ateşkes anlaşması imzalanana kadar devam etmiştir.

Dağlık Karabağ problemi 1992 yılına kadar bölgesel bir sorun olarak tanımlanmıştır ama bu tarihte tarafların yani Azerbaycan ve Ermenistan’ın Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGIT) üye olmasından sonra Dağlık Karabağ sorunu uluslararası nitelik kazanmış ve Rusya başta olmak üzere ABD,Fransa,Türkiye ve İran’ın arabuluculuk girişimleri olmuştur.Bu sorunun çözüme kavuşması için AGİT’ 1992’de Minsk Grubu’nu oluşturmuştur.AGİT Minsk Grubu’na Amerika, Rusya, Türkiye, Fransa, İtalya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Beyaz Rusya, İsveç, Azerbaycan ve Ermenistan temsilcileri dahil edilmiştir. Minsk Grubu’nun eş başkanları ise ABD, Fransa, ve Rusya tarafından atanmaktadır. Minsk Grubu’nun sorunun çözümü için son 12 yıllık faaliyet raporları değerlendirildiğinde, bu belgelerde Azerbaycan’ın milli güvenlik ve ulusal çıkarlarının aleyhine barış projeleri teklif ettiği görülmektedir.

AGİT Minsk Grubu bugüne kadar sorunun çözümü için taraflara üç öneri sunmuştur:
  1. Paket Çözüm (Haziran 1997).
  2. Aşamalı Çözüm (Ekim 1997).
  3. Ortak Devlet (Kasım 1998).
Paket çözüm modelinde Dağlık Karabağ’ın, Laçin, Şuşa ve işgal edilmiş diğer bölgelerin statüsünün aynı anda çözüme kavuşturulması öngörülmüştür. Aşamalı çözüm modelinde ise Dağlık Karabağ ve işgal altında bulunan diğer bölgelerin statüsünün ayrı ayrı görüşülmesi istenmiştir. Ermenistan, kendisinin ve Dağlık Karabağ’ın çıkarlarını korumadığı gerekçesiyle ilk iki öneriyi reddetmiştir. Üçüncü Ortak devlet modeli de Azerbaycan tarafından kabul edilmemiştir.

Minsk grubu objetif bir grup görünmesine karşın Azerbaycan lehine çok az çalışması bu objektifliğine ciddi bir  şekilde gölge düşürmüştür. Sorunun çözümüne yönelik hazırladığı projelerde Azerbaycan’ın ulusal çıkarları bir önceki projelere göre daha çok göz ardı edilmektedir.

Dağlık Karabağ sorununda çok önemli bir yeri olan Hocalı Katliamı’na da değinilmesi gerekir.
Hocalı Katliamı,25 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kentinde çok sayıda Azeri sivilin, Ermeniler tarafından öldürülmesi olayıdır.Azeri kaynaklarına ve Memorial Human Rights Center, Human Rights Watch ve diğer bazı uluslararası insan hakları kuruluşlarının bildirdiklerine göre katliam, Rus 366. Motorize Alayı’nın desteğindeki Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Fakat tüm bu belgelere ve tanımalara rağmen Ermenistan hala evrensel anlamda suçsuz görülmektedir. Ermeniler’in Hocalı katliamını yapmaları da Karabağ’ı özellikle Dağlık Karabağ’ı ele geçirmede bir aşama olduğundan kaynaklanır.Karabağ’daki tek havaalanının Hocalı’da olması ve Hocalı’nın çok stratejik bir bölgede kurulmuş olması Ermenilerin nasıl bir yol izlediğinin göstergesi sayılabilir.

AGİT Minsk grubunun da kalıcı barış için amaca ulaşamamasından sonra Azerbaycan ve Ermenistan 2001 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olmuş ve Dağlık Karabağ sorununu barışçıl yollardan çözme konusunda siyasi yükümlülük altına girmiştir. Ancak gelinen noktada yine nihai bir çözüme ulaşılmadığı görülmektedir tüm bu uğraşların yanı sıra genel olarak sorunun çözümü için referandum bölgeye uluslararası barış gücünün yerleştirilmesi,Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarının boşaltılması ve savaş suçlularının ülkelerine dönmesi öngörülmektedir.10 Şubat ve 5 Haziran 2006 tarihlerinde Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanlarının görüşmeleri olmuştur.Ancak taraflar arasında artan bunca temas yoğunluğunun yarattığı iyimserliğe 10 Aralık 2006’da Dağlık Karabağ’daki Ermenilerin yaptığı referandum gölge düşürmüştür.Dağlık Karabağ’ın uluslararası toplum tarafından bağımsız bir Ermeni devleti olarak tanınmasını amaçlayan bir faaliyettir;ancak bunun amacına ulaştığını söylemek zordur çünkü genel olarak bu referandumun Azerbaycan anayasasına aykırı olduğu görüşü savunulmuştur.19 Temmuz 2007’de de devlet başkanlığı seçimleri düzenlenmiştir.Dağlık Karabağ’daki seçimler de tıpkı anayasa referandumu gibi uluslararası hukuka aykırı olan mevcut durumu tek yanlı olarak meşrulaştırma ve tanınma çabalarının bir parçası olarak değerlendiriliyor.Azerbaycan,Dağlık Karabağ bölgesinin hukuki ve tarihi olarak kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir ve bu ileri sürüşü de uluslararası hukuk tarafından da desteklenen bir durumdur.

Sonuç olarak bu referandumun Ermenilerin değer verdiği bir başka propaganda girişimi olduğu, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki anlaşmazlığın çözümünü güçleştireceği, diğer yandan Güney Kafkaslarda özellikle gereksinim duyulan barış ve istikrarı sağlamasına da katkıda bulunmayacağı söylenebilir ne yazık ki.



Resources:

Makaleler:

Yıldız DEVECI BOZKUŞ(Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Uzmanı)
Dağlık Karabağ’da Sular Isınıyor Mu?


Hasan KANBOLAT(ASAM Kafkasya Uzmanı)
Dağlık (Yukarı) Karabağ’da ‘’Devlet Başkanlığı’’ Seçimleri ve Sonrası

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...